Ilk
Söz
----------------------------------------------------
1986
Önsöz
Yaşam sürüyor.Ve yaşam içinde en renkli yaratık her zaman olduğu gibi yine insan.
Böylesine renkli bir yaratığı, bütün renkleriyle anlatmak çok zor bir iş. İşte bu zor anlatım,Yaşar Yazarsoy’un zengin düşün dünyası ve usta kalemi ile bu kitapta gerçekleşmiş bulunuyor.
İnsan tüm yönleriyle ancak bu kadar güzel anlatılabilir.
Yayınevi olarak böylesine değerli bir yapıtı özellikle aydın kitleye sunmakla kıvançlıyız.
Y & Y Verlag
Yaşar Sönmez
Vazgecilmez Degil Yasamak
İnsan uzanmış ölüyor
yaşiyan
bir ayrı dünyada
bir
sonsuz sitem kervanında
bakmıyor
kimse kimsenin diline
kimse
kimsenin haline
vur
beline beline
hiç
birşey bilmiyorsan
sıç
bu düzenin içine
sıç
bu düzenin içine
çiçekler
ne güzelsiniz
çiçekler
çiçekler ne güzelsiniz
allı
pullu renkleriniz
binbir
türlü kokunuzla
yaşiyan
bu dünyada
bir
sonsuz sitem kervanında
balı
sizden
tadı
sizden
arılar
sizden güzel
asalak
olduklarından değil
çaliskanliklarindan
çiçekler
nie susuyorsunuz
vazgeçilmez
değil yaşamak
umarsız
olmak değil çözüm
kurur
kökleriniz topraksızlıktan
bu
susuş devam ederse
bakın
bakın
hele bir insanlara
sürünür
asırlardır
dizler üstünde
koruyun
çiçekler koruyun
özünüzü
unutmayın
çiçekliginizi
başiboşluk
yetsin artık
sersemlerin
tatilidir başiboşluk
siz
sersem değilsiniz.
Hersey Ikiye Bölündü
İlikleri
donduran bir acı haykırış
bir
mızrak gibi
saplandı
gecenin karanlığına
gecenin
tam ortasında
geceyi
ikiye böldüler
birşeyler
anlatmak istedim
ona
dair
ama
ne
dilim söyledi
ne
kalemim yazdı
kahrolasıca
başaramadım
duygular
ikiye bölündü…
Asyonlu Nutuk
kürsüdeki
adam
iki
öksürdü
bir
tıksırdı
bir
hapşirdı
bir
yudum sulandı
bardaktan
önündeki
mikrofonu tıklattı
şöyle bir
bakındı
önüne arkasına
sağına
soluna
kravatını
tokatladı elinin
tersiyle
kibarlıkla
bir
kez daha ıhıladı
başladı
konuşmaya…
hemşehrilerim…
kardaşlarım…
bugün
burada
bu
saat
atmasyon
yapmaya değil
memleketin
sorunlarını
gözler önüne
sermeye
dağıtmaya
ve
de çözmeye
gelmiş
bulunuyoruz.
Kalkınmanın
gelişimin
temelinde
organizasyon
yatar ki,
organizasyon
demek
enformasyon
denklinasyon
komplikasyon
deformasyon
reformasyon
kominikasyon
entegrasyon
dentegrasyon
kanalizasyon
izolasyon
proformasyon
planlamasyon
revülasyon
revaülasyon
devalüasyon
enflasyon
operasyon
diplomasyon
otomasyon
mekanikasyon
federasyon
konfederasyon
korparasyon
kombinasyon
informasyon
reklamasyon
kapitülasyon
deklerasyon
modernizasyon
formülasyon
dökümantasyon
rotasyon
konjugasyon
depresyon
spekülasyon
fabrikasyon
…………………………….
demektir.
kürsüdeki
adam höheledi bir iki kez
hapşirdı
hıksırdı
bir
yudum sulandı
önündeki bardaktan
şöyle
bir tıkılattı
mikrofonu
bakındı
önüne arkasına
sağına
soluna
kravatını
tokatladı kibarlıkla
bir
kez daha ıhıladı
başladı
konuşmaya…
arkadaşlar….
hemşehrilerim….
bugün
burada bu saat
atmasyon
yapmaya değil…
…..
alkışlar…
Gurbet Treni
kara
trenin
kara
boyalı
kompartımanlarından
birine,
gözlerinden
yaşlar boşanıyordu
ya
garibin,
koymuyordu
ona öyle !
gerçi,
zordu
doğduğu,doğurulduğu,
doğurttuğu
topraklardan,
bu
topraklar,
üzerinde
gündüzleri
yakan güneş,
geceleri
gökyüzünü aydınlatan
gümüş yığını
ve
binlerce,
milyonlarca
ateş böceğinden,
altında
kimbilir
kaçıncı
kez,
dolgun
memeli kadınını
kavradığı,
cırcır
böcekleri ile
kurbağa
sesleri arasında
kendinden geçtiği
o
sonsuz
o
uzak
gecelerden
ayrılmak
………zordu
ya !..
güzel,
aydınlık,
daha
güzel şimdikinden,
günler,
geceler
de düşlüyordu o…
Nerden
nereye ?
bilmiyordu
pek,
gerçekte
bilmek te istemiyordu.
ama
gidiyordu,
gidecekti,
gitmeliydi,
gitmeli….
gitme….
git…
Tren,
kara,
kara
vagonlu tren…
…doluyordu
doluyor,
doluyor
hala
dolmuyordu !..
…kara
tren
muhasara
altında
ablukayı
kırmak için,
harekete
hazır,
ellerden,
mendillerden
korktu,
bekleyenlerin
gözyaşi sellerinden…
…uğultu,
inilti,
patırtı
garda.
Birisi
gönderilen,
diğeri
gönderen
birçokları
neşede
kederde
en
önemlisi
umutta
bağlaşik.
Kara
vagonlu kara tren,
hırladı,
harladı,
gürledi…
Üzerindeki
gözcüklerden
başlar,
eller,
kollar
ulusal
bayramlardan birini
evlerinden
seyreden insancıklar
gibi
fırladı
fırladı,
sallandı,
titredi
ve
döküldüler…
üyük
garın
büyük
pisti
yani
peronunda el sallayan
umut
bağlayan
çocuklar,
kadınlar,
kocalar
da
döküldüler…
…bin
parça,
duygular
üçüncü
cihan savaşinda
kara
vagonlarda,
garda.
Tren,
kara
vagonlarıyla,
kara
kafalı yaratıklarıyla
!..
…ak umutlar
kara
kafalarda
ama,
işleyen
düşleyen
uslarda…
taka-tuklu
seslerin içinde.
O,
hani
o,
bindiğinde,
ışık
kümesi altında
geceleri
düşleyen
daha
gece olmadan,
var
ya,
işte
o,
çikardi
yeleğinden yaldızlı,
işlemeli
mendilini
sümkürdü…
sümkürdü…
O
mendil ki,
kara
gözlü,
tombul
yanaklı,
dolgun
memeli kadınından
armağandı.
Bir
adam,
kompartımanlardan
birinde
karanlık
bir görüntüde
ta
ki,
köşede
bir adam…
….elma
kemikleri çikik,
karga
burunlu
göz kapakları
sarı çapakli
ama
kara
yağız
bir
adam,
ta
karşisında
beli
ağrıyan
yaratıklar gibi
poposunun ucunda
sonradan
çikmalari
ileriye doğru çikik,
burun
deliklerindeki pislikleri
göstermek
ister gibi dayanmış,
gözleri
tavandaki adamı
izliyor.
Adam,
tavanda
gözleri olan adam,
habersiz
kendini
izleyen bir çift
doğal
canlı mercekten…
…düşlüyor,
düşlüyor
geriye doğru,
zaman
diliminin kendine özgü
yağlı
taraflarından,
tatlı,
tuzlu,
bazen de
ekşi!..
‘…Hatçe
kız,
kızgın,
güneş
altında
harmanda,
tığ,
döven
altında,
dövene
bağlı
öküzler ki
ne
öküzler,
dönmekte…
…harman
yeri yüksek,
harman
yeri havadar…
ve
adam
çardagin
altındaki
biraz
ötede dönen,
döven
üsütünde,
fani
dünyanın tatlımsı
yaratığını
seyretmekte.
bakışlar
bir hoş,
gittikçe
derine
daha
derine gitmekte
tıpkı
engin
bir koruluk gibi…
…harman
yeri yüksek,
harman
yeri havadar…
Taka-tuka
tak-tuk
taka-tuka
tak- tuk
taka-tuka
tak- tuk.
Tren,
kara
tren
ak
değil
gavur
icadı,
parlak,
ışıldaklı
çizgilerde
kara,
kapkara
ak değil
kompartımanlar
içinde,
içlerinde
bizim umutlarımız
dişili
erkekli tüysüzlerimiz.
Biri,
tıklım
tıklım
badem
gözlü,
ceylan
bakışlı,
tazeler
en doğal
sarkıtlarıyla
doğanın
güzelim
yaratıkları,
kompartımanlardan.
‘Anşa!..’
dedi
dişilerden
biri
bir
diğerine
beyaz
ama
kirli dişlerini
gösterircesine
-”Sahi
biz gidiyormuyuz gıı
?..”
gözleri
faltaşi gibi açık
ve
kalın
etli dudakları
sütünü
taşiyamayan inek
memeleri gibi sarkık
kolları
kalın
bir halat düğümü
gibi sargın
gözleri
bir
bulut gibi dağınık
bakışları
bir
bıçak gibi keskin
olan kadın,
daha
birkaç saat önce,
belki
de yaşamının
en
güzel anlarında,
onca
yersiz,
gereksiz
bir
sürü lafla düşlerden
kopmanın
koparılmanın
hıncıyla
baktı
ters
ters
yüksekten…
-”Körmüsün
?..”
dedi,
dudakları
arasından hışım
gibi
Anşa…
…ezilen,
kırılan
duygularda
pişman
münasebetsizliğinden
Zeliş.
-”Körmüsün
?..”
hiç
te öyle denirmiydi ?
ama,
öyle
gelmişti içinden
öyle
sormak
bozmak
durmadan giden
kara
trenin
tek
düze taka-tuka taka-tuklu seslerini.
-”Ahhh
!..
dilini
eşek arısı
soksun
sana
neydi gidip gitmediğimiz
anacığı
da öyle derdi hep
çesmeden,
davardan,
harmandan
söz
açıldığında
birşey
demek isterse…”
-”Yılan
dilli nolacak! “
dedi
içinden yine de
kapı
komşusu,
arkadaşi,
sırdaşi,
çocukluk
yoldaşi,
Hacıgöl’ün
kenarında
sazlıklarda
sülük avladıkları
ihtiyarlar için
ve
birbirlerinin
tarlalarından taze
mısır
çaldiklari
hatta
kaytan
bıyıklı
kara
kaşlı
zeytin
gözlü
dal
gibi ince
yorgun
bakışlı
Kel Dursun’u
beraber
paylaştıkları
duygularda,
Anşa
!..
yere
bakan
yürek
yakan.
Zeliş
!..
Anşa
!..
trende
Zelişler,
Anşalar…
Ali’ler
Memet’ler
Hüseyin’ler gibi…
Yaşayan
insanlar
dişili
erkekli
yaşamak
için daha iyi,
insanca
onurluca saygın…
….ihtiraslarını
tatmin için
kimi
tarlasındaki
karasabanını
kimi
bir çift sarı
öküzünü
kimi
çesme başindaki
bakraçlarını
kimi
seksenlik ninesiyle
kimi
onyedilik yavuklusunu
bırakarak
yaşamdan
kopup
içinde
oldukları
yaşamak
için daha iyi
buluşmuşlardı
bu gavur icadı canlı
ama
cansız demirden
yaratığın
taka-tuklu
seslerinde
hepsi
dost
hepsi
düşman
hepsi
yaşayan bu topraklar
üzerinde
doğayla
savaşan
doğuran,
doğurtkan
ve
bir
kır çiçegi olmaktan
öte gidemeyen
verimsiz
kısırlar.
Bir
yaz güneşi
kızgın
bıçak gibi
ama
dost
bir
tren
alabildiğince
uzun
bir
yılan gibi
kıvrım
kıvrım
raylar
üzerinde kıvrılmakta,
üzerindeki
duyguların
ağırlığında,
nerdeyse
rotayı şaşirmakta,
bazen
tıslamakta derinden,
hırlamakta
bazen
kızgınlıktan
bazen
de salınmakta…
Trende
iki kişi
biri
erkek
biri
dişi
biri
kaf dağından gelme
biri
ovalardan
bir ova
Çeltik
ovasından gelme.
Biri,
kalın
kara kaşlı
kara
gözlü
yayvan
bakışlı
armut
burunlu
kalın
etli dudaklar üstünde
küt
kara bıyıklı.
biri
kalın
kara kaşlı
kara
gözlü
ceylan
bakışlı
etli
kalın dudakları
arasında
bir
dizi inci gerdanlık
saklı.
İşte
bu iki kişi
biri
erkek
biri
dişi
bakıştılar
gülüştüler
ve
eridiler
tren
yolunun bilmem kaçıncı
bin
metresinden
itibaren,
şarkılar
türküler
maniler
söylenmeye başlandı
mutluluk
üzerine
doğal
ve de
yasak !..
Acı
bir düdük sesi
çiglik
çigliga
kulakları
tırmalayan değil
yalnızca
sağırlatıcı
bir
acaip gacurtu
demirin
demirle
kucaklaşmasından
ve
beyazla
kurşuninin bileşimi
bir kirli duman
son
durağa son adımını
atmakta iken tren,
hafiften
bir kıpırdanış
bir
sessizlik
tedirgenlik
ve
sevinçle
yeisin bir arada eyleme geçtiği
kara
vagonların içinde
dışında
peronda
peronlarda
çiglik
çigliga insanlar
“Hurraa..”
çekmekte
yaldızlı
üniformalar içinde
bando
takımları
coşkunun ötesinde
dolu
her
taraf dolu
insan
seliyle
çiçek
seliyle
dostluk
seliyle.
Biraz
garip ama
herşey
bir
başka güzel
bir
başka hoş
bir
başka ülkenin bir
başka garında
duvarlarında
bir
başka yazılan
bir
başka ahenk bura
insanında
bura
lisanında
bura
dostluğunda
mızıkalar
bandolar gitarlar
hala
çalmakta iken
vagonlar
yavaş yavaş
boşalmakta
elde
sele
elde
sepet
elde
çente…
Germenler
sarı
ışık
sarısı
kızları
oğulları
inenler
trenden esmer
buğday
gibi tarladan gelen
ince ince
kısa
kısa
tombul
tombul…
Bindiler
inenler trenden
garip
bakışlı
garipçikler
rehberleriyle
birlikte kalabalıkta
anlamadıkları
anlıyamadıkları
bir dilde
değişik
bir iklimde değişik
taşitlara,
biribiri
ardından
hareket
etti taşitlar
o
kocaman garın
önündeki boşlukta
herbiri
bir
başka doğrultuda
hırıldayarak
el sallayanlarını
çiçekleri
garı
geride
bırakarak…
Yabalı
köyün
yamalı
entareli kızı
Döndü
evler
gibi iki katlı
ranzalardan
birinin üst katında
gözbebekleri
tavanda
dudakları
hoş bir gülümsemede
bakışlar
mahmur
ellerinin
kalın nasırlı
parmakları
duvarın
güzelim nakışlarını
okşamakta.
Ranzalar
yan yana
alt
alta
dolu
dişi yaratıklarla
bir
başka dünyada
başkalıklar
içinde başlar,
uslar
doğdukları
köyü
sevdikleri
yavukluları
beraber
yattıkları
alınyazıları
boz
eşekle sarı
öküzü
altın
sarısı
buğday başakları
yakıcı
ama dost
kutsal
güneşin altında
tırpan
atan,
bağ
saran,
at
üstünde al duvaklı
al
yanaklı kızları,
samanlık
aşkları
çesme
başi lafları
kocakarı
ilaçları,
korulukta
odun kümeleri
taşinmağa
hazır
höllük
toprağı çocuk
popolarını
bekleyen
bir
lokma şeer ekmeğini
katıksız
özleyenleriyle
dolu…
Sarıcaköy’ün
kara çocugu
Kara
Memo !..
Uzandı,
uzandı
altındaki güzelim
yatağa uzunlamasına
sığamadı,
daracık
geldi yatak
oda
pansiyon
şehir
ve
kahrolası
bu yeni dünya ona
daha
ilk andan beri…
Sabahın
körü bile değil
daha,
horozlar
henüz ötmediler !..
Ama,
uykuları
etle kemiğin
ayrılması
gibi
bölünenler
bir
robot gibi
işe
götürülmekteler…
Fabrika
bacaları
daha
bir dumanlı
yolları
daha bir kalabalık
hallelerin
ve
Örsler
çekiçler çarklar yeni ellerde
taze
kan verilmiş
damarlarına
kırkını
aşmış
insanlar gibi
kudurgun.
Nasıl
da keyifli işliyor
makinalar
gavur
icadı (!)
şaha
kalkmış
tayların
kişnemeleri gibi
nasıl
da gür sesleri
ve
bir
matadora
hücuma
hazırlanan azgın
boğa gibi
nasıl
da kızgın
ustabaşiları,
“Oley” i andıran
“Los…los…”larıyla.
Eller
ki
seven
eller
ki okşayan
eller
ki nasırlı
çatlak
çomarin
tırnakları
gibi
etten çikmalar
yürüyen
bantta
yürüyen
parçaları
karıştırmakta
alt
alta
yan
yana
omuz
omuza.
Ve
bir
başka yerde
yerden
yedi kalt altta
insanoğlu,
binlerce
yılın
pososunu
fosilini
işlemekte
adına
kara inci denen
“Los…los…”
larla,
bulaşik
yıkamakta,
hela
temizlemekte,
elde
kova
elde
fırça
kuytu
köşelerde
“Gastronomıe”ye
hizmet götürmekte,
daha
on gün evveline kadar
en
güzel nakışları
işleyen
halılara
kilimlere
mendillere
ya
da sap toplayan tarlalardan
odun
kıran korulardan
eller…
…böyle
başladı
köleligimiz
işte
ağardı
saçlar bak
gel
git
nasıl
sın?
iyi
misin?
bir
mezar gibisin artık
ne
dersen de
böyle
başladı,
geçip
gidiyoruz
şu
köhne dünyanın
Germen diyarında
herşey
gemli…
Ninniler Güzel
Garip
köyün çobani
unutulmuşluğunda
köyünün
elde
kaval
elde
düdük
elde
değnek
koyunları
otlatmakta
ak
gerdanlarına
kuyruk
altlarına
omurilik
soğanlarına
damga
vurulan allı yeşilli
yüksek
dağların
çukur obalarında
obalar
ki,
lahanalar
gibi iri iri
tombul
tombul sergileri
obalar
ki,
üçe
dörtlük acem halıları
gibi büyük
görkemli
ağpınarıyla
akmakta
suyu
oluk oluk yalaklarında
yalanmakta
koyuncuklar
çobanin
çubugundan
çikan
sihirli
nağmeleriyle
öglen uykusunda
kır
senfonisinin
ninniler
ne güzel
sözsüz…
Yolculuk
Ne
sıcak
nede
soğuktu
bilmediğim
yollardan geçtiğimde
yanımda
sen vardın ya
yalnızdım
duygularda uyuduğumda
inan,
horuldayan
seni sandım seni
götüren
motor uğultusunda
Orda
Yalnız
bir ağaç hücuma
uğradı
bir
yalnız ceylanın
boğazlanışında
dalı
yaprağı
tomurcuğuyla,
sonradan dikildiği,
kök
budak salmadan
kızılımsı
mor dağların
ardında
bir ağaç
yalnız
bir yalnız
ceylanın
boğazlanışında
orda
beş
duyu
hemi
var hemi de yoktu !..
Bunlarda Insan
Bir
kapının
önünde
yol
bekleyen itler gibi
yaramsak
yaraşir
mı insana
insanlığa
böylesine
yaşamak.
Bosluk
Sabahın
körü daha
gözlerimde
uykulu uykusuzluğun
ağrılı
bakışları
kafamda
bir ağırlık
var.
Yokluyorum
usumu ellerimle
bakıyorum
sonra iri iri
gözlerimle,boş
olan
ellerimde
göremiyorum birşey
korkudan
başka
tartılamayan.
Anlaşilan
şu ki,
boşum
bugün
Pazartesi,Salı,Çarsamba
hatta
Perşembe
gibi
Cumalarım, Cumartesilerim
kafam
elim ayaklarım
zaten
hiç dolmayan ceplerim boş
karnım
gibi,
tamtakırım
gine
evin
evde
odaların
en
önemlisi
üzerinde
beş kilo taşiyabilir
mühürlü
naylon
torbaların
tamtakır
olduğu gibi
boşlukta
bir yaratık
dünü
boş
bugünü
boş
yarını
gözleyen boş gözlerde
yaşayan!..
Eger
“Söz
gümüş
sükut
altın” sa
yaşasın
dilsizlik !..
Ögretmenim
Yaşamak
deliliğim
seninle
başladı
yıldızı
güneşi
ay’ı
memleketimin
ögretmenim
içimde
kan
kanımda
zehir
bakışlarımda
bön
adımlarımda
ürkek
ezgilerimde
soyut
çöllerimde
yitiklik simgem olmuşsun.
yıldızların,
güneşin
ayın altında
dağları
ovaları ırmakları
gölleri
tuzlu-tuzsuz
renkleri
gökkuşağından
ögretmissin
hep
ama
ak
neden ak
kara
neden kara
bu
dağlar niye heybetli
ovalardan
dönüyor
ya dünya nasıl
ögretmemissin
ögretmenim!..
içimde
kan
kanımda
zehir
yıldızı
ayı güneşi
memleketimin
benim
ögretmenim.
1 Mayis
Çal
davulcu çal
vur
göğsüne davulunun
tokmağı
inlesin
yer,gök,deniz
bugün
1 Mayıs
emekle
bayraklaşan.
Dogmak kavganin baslangici
Ne
bir gün erken
ne
bir gün geç olmalı
dorukta,
güneşin
tam ortasında
doğurmalısın
kadınım.
Çektigin
acıları
bilmiyorum
sanma
ama
uykunun
göbeğinde
bir
bıçak gibi kesen
acılara
kooocaman
bir set çekip
doğurmalısın.
Üretmek
kadınım
varetmek
doğadan
kutsal
kavga
ki kadınım
yaşamla
A’dan
Z’ye kadar
daha
da kutsal
kavgaysa
kadınım
inan
yalnız
olmuyor
soykırımcılara
inat
ırkçılara
tokat olmalısın
doğurmalısın
kadınım
ama
ne
birgün erken
ne
birgün geç
doruk
noktasında
güneşin
tam ortasında.
Zor
Gün
oluyor seviyorum kendimi
Gün
oluyor kaçıyorum
kendimden
inanın,
zor
şey insan olmak.
Yasama Dair
Matematikçi
değilim
cebirden
geometriden
anlamam pek
ama
bildiğim
birşey varsa
bilinmeyene
uzanan çizgilerde yaşam.
Ögüt
Tetikte
dur aslanım
kaya
gibi
dağ
gibi
ölümle
güneşe dik dik
bakılmaz.
Sabaha Dogru
Herkesin
düşlediği
şu saatlerde
belki
sen de uykudasın
öyle
saf,
öyle
duru,
öylesine
güzel
cırcır
böcekleri ötüsüyor
kurbağa
sesleri geliyor uzaktan
ay
altında eşyalar
kilim
yapmışlar
gölgelerini altlarına
bir
fısıltı
anlaşilmayan
bir
serinlik bedavadan
bir
gümüş yığını
toprakta kaybolan
kayan
bir yıldız
sönen
bir yıldız
gece
hüküm sürmekte
böylece
sabaha
doğru imeklemede
zaman.
Bir Gün Mutlaka
Yürüdüğün
yolda
bir
an için de olsa durma
yeneceklerine
inananlar yenerler
birgün
mutlaka.
Deli- Dolu
Dolaştım
bu akşam yine
Ren
Nehri kenarında
Ren
Nehri bulanık
Ren
Nehri dell-dolu
Sisler
içinde gemiler
Gidiyorlar
geldikleri gibi.
Ömür Bu
Bir
gün daha geçti yine
bir
yaprak eksildi takvimden
ve
bir
ömür böyle geçecek
ha
geldim
ha
gideceğim diyerek.
Memed
Kaldır
elleri dedi Memed
Memed
kaldırdı
ellerini
iki
parmak
iki
ayrı mekanizmada
Memed’ler
sarılı
bayraklarda.
Sonuc
Vurdu…
bir
daha vurdu.
bir…
bir…
bir
daha vurdu.
Vuruldu.
*Su testisi su yolunda kırılır.
Tanrilar Da Kizar
Tanrı
kızdı
kardeşlerim
Tanrı
kızdı
salladı
yeri göğü acımasız
döküldü
yıldızlar
yere
çatladi
toprak
Tanrı
kızdı
kardeşlerim
Tanrı
kızdı!..
Ezgi
Yaklaşmak
kapıya
ürkerek
çalmak kapıyı
bir
kalın ses
bir
ince kadından
girmek
içeri
iki
adım ileri
bir
adım geri
uzatmak
elleri
karıştırmak
cepleri
sonra
geriden
gizliden
özümlemek
koklamak
dilberi
Sarı
sarı
mavi
mavi
doyumsuzlukta
giderken
yüklenmek kapıyı.
Büyük Olay
Bileğin
hakkını
istedikçe
vuruyorlar
resmen
alenen…
sokakta
yolda
evde
korkularını
satmak istiyorlar
korku
ki,
büyüyen
vurulanlar çogaldikça
oysa
bilmedikleri
birşey varsa
alın
teri
ve
zincirlerinden
başka birşeyi
olmayanlara
göre değil korku.
Dilek
Güzel
olsun diledim herşey
altta,
ortada,
üstte
bir eğrilik
bir
eksiklik gördüğüm
duyduğum
dokunduğum
kokladığım
kahrolduğum…
Oldu- Bitti
Nerden
nereye
geldik de terlemeye
terimizi
bile sildirmediler
başladılar
tekmelemeye.
Kanun
Bir
madde ya vardır
ya
yoktur
Bir
konu ya doğrudur
ya
yanlış
kıvırmayın
yoktur
bunun ortası.
…Kaldilar
Kadin
istediler işçi diye
gönderdik
ekmek
parası için ağzı
bağlı
yüreği
kapalı kadınlarımızı
çalistilar…
çalistilar!..
ağızları
da açıldı
yüreklerindeki
kapılarda
sonunda
açılan
her kapıda
uzayın
sonsuzluğunda
kaldılar
uzatamadım
ellerimi
uzatamadık
ellerimizi
orda
öylece
kaldılar
değişken
yörüngelerde.
Yikim
Kimi
kör, kimi topal
kimi
yüreğinden yareli
ecelinden
değil
acından
ölenler bunlar.
Kader
tomurcuk
çiçek oldu
kokladılar
attılar
insan
eti satılmaz ya
aldılar
da sattılar
dinlediler,
dinlediler
de
kader
dediler güçsüzlüğe
çaresizlige
yenilmişliğe
Kader!..
ne
biçim birşey olaki
çizildimi
silinmeye…
Iki Hayvan
Kimi
et peşinde
kimi
iş peşinde
ikisi
de yaşiyan
iki
hayvan.
Kacmakla Gelen Kurtulus
Kaçalım
dedi oğlan
sevdiği
kıza
sevip
sevilip
te alamadığı bir
türlü.
kaçmakla
kurtulan var mıki
ola,
açlıktan,
kaçmakla
kurtulan var mıki ola
kötülükten,
haksızlıktan.
kaçmak
ki korkunun eseri
korku
ki bir kara leke
silinmeyen,
silinmeyen
kaçmakla
kurtulan var mıki
ola.
Umutlarin Son Duragi
Gün
ağarmadı
daha
herşey
yarı karanlık
uykudakiler
uyanmadılar hala
beyinler
yarı uyuşuk
ama,
durmayan
zaman içinde
yirmidört
saati yaşiyacak
canlılar
bazen
uykulu
bazen
uyanık
sevinçlere
kederlere açık
savaş
verecek ta ki,
umutların
son durağı
sonsuz
karanlığa dek.
Birlik
Yolunu
bilmek
yönünü
seçmek gerek
safında
daha güçlü olacaksın
çünkü
dostum
yalnız
olup ta güçlü olanı
ne
duydum ne de gördüm.
Hepimizin
Bölemezsiniz
toprağı derinliğine
tartamazsınız
suyunu denizin alabildiğince
tutamazsınız
ellerinizde uzayın
havasını
bu
dünya sizin değil
bu
dünya bizim değil
hepimizin…
hepimizin…
Soru
Korku!..
Yaşayan
insanda niye ?
Korku
!..
Düşünen
beyinde niye ?
Korku
!..
Seven
kalplerde niye ?
Korku
!..
Çalisan
ellerde niye ?
Korku
!..
Niye
yokki sizlerde ?
Siz
insan değilmisiniz ?
Ben
Orda
bir
yol var bana yakın
bir
yol var bana uzak
iki
ucunda da ben
yani
insan
yani
insancık
bir
orda
bir
burda.
Süreklilik
Dünya
dönüyor,dönmekte,dönecek.
Gece
bitiyor,bitmekte,bitecek.
Sabah
oluyor,olmakta,olacak.
Güneş
doğuyor,doğmakta,doğacak.
Çocuk
büyüyor, büyümekte,
büyüyecek.
Kavga
sürüyor, sürmekte, sürecek.
Müsadeli Yasam
Hava
ağır ve mat
bir
demir değil belki
bir
taş yığını
değil
altında
ezildiğim
kime
baksam,
neye
baksam yabancı bana.
Korku!..
hükmeden
insanlara
yok
olmayan
korku
kanaviçe gibi işlenmiş
vücutlara
çesit
çesit
renk
renk
boy
boy
Neredesin
Hürriyet?
Neredesin
Adalet?
korkuyorum
medeniyetin beşiği
ülkelerde!..
en
kötüsü
müsadeli
ölümden.
Biryerlerde
Güneş
gözlerimin içine bakıyor
ısınıyor
yavaş
yavaş
sabahın serinliği
esiyor
bir rüzgar ama bilmem
lodos mu
karayel mi?
parlaklaşiyor
gittikçe yeşil otlar
kristalimsi
çig taneleriyle
bir
kurbağa vıraklıyor
biryerlerde
bir
tarla kuşu ötüyor
görülmeyende
bir
insan biryerlerde
leylak
renginde gök kocaman bir şemsiye
yeryüzünün
üstünde.
Kisaca
Modernize
etmişiz
köleliği
adına
işçilik
demişiz…
Ortada
Sağım
dolu
solum
dolu
iki
taş arasında
kalmış
cam
gibiyim
kımıldadıkça
kırılıyorum.
Muhanet
Emek,
yani
alın teri insanın
en
kutsal olgu
muhanete
kalınmış
o
kapıdan bu kapıya
bu
kapıdan o kapıya
kutsal
olgu yola çikti
havada
karada suda.
eti
budu yerinde
dişleri
sağlam
kolları
bir mengene gibi güçlü
ıhh
demeyen
ahh
demeyen !..
Bir Sarki
Bir
şarkı
ki hep güncel
dillerde
gözlerde
gönüllerde
çocuklar
söylüyor
erkekler
söylüyor
kadınlar
söylüyor
kuşlar,kurtlar,balıklar
yerdeki
karıncalar söylüyor
çiçekler,yapraklar
geceler,sabahlar
köyler,kentler,ülkeler
yolları,ovaları,dağlarıyla
bütün
bir evren söylüyor
bir
şarkı
ki hep güncel
“Bağımsızlık
Şarkısı”
Oysa
adına evren denen
evren
bilde bağımlı
güneşe
o
da bağımlı
diğerlerine.
karanlık
aydınlığa
kir
temizliğe
kilitler
anahtara
hava
oksijene
hidrojene
azota
çöller
kuma
kuraklığa
kaktüse
türküler
acılara
neşelere
çalmak
doğruluğa
bakışlar
iyi kötü
gözlere
konuşmak
dillere
yasalara
adetlere
kurallara
kargaşalık
sakinliğe
yani
yaşam gebeliğe
gebe
nerede
ki bağımsızlık?
Umutla Yasamak
Umut
ettim sevmeyi
sevilmeyi
doyasıya
bir gülmeyi
başim
havalarda gezmeyi
düşledim
düşledim
insanca
yaşamayı
özledikçe
özlemleri
kaldım
bir umutsuz karanlıkta
yüreğim
yüreciğim
saplandı korkulara
korkular
ki
ağaların
önünde
paşaların
önünde
yasaların
önünde
bir
Isparta halısı
sanki yüreğimde
yüreğim
yorgun
bir
bezgin şişenin
başinda yüreğim
bir
bezgin şişenin
başinda umutlarım
umutla
yaşayan aç ölmez mi
?
Kavgayi Bilmeyen Barisi Da Bilmez
Sözün
eyleme dönüşmeli
değişmelisin
doğa
içinde oluşumlara
karşi koymalı
yaşamda
yaşam için
savaşmalısın
yaşamak
insan içinse eğer
insanca,
barış
içinde,
natural
karşi
koyanlara karşi
çikmalisin
savaşmalısın
çünkü
canım
kavgayı
bilmeyen barışı da
bilmez.
Çok Uzaklardan Geliyoruz
Çok
uzaklardan geliyoruz
elimizin
nasırı
bileğimizin
gücü
gözümüzün
nuru ile
çok
uzaklardan
çoook
uzaklardan geliyoruz.
Duyamıyorsak
sizleri
Anlıyamıyorsak
sözlerinizi
bakıyorsak
aval aval
kınamayın
bizleri
sersemliği
içindeyiz hala
bu
yeni dünyanın.
Çünkü,
geldiğimiz
yerlerde
kirli
bulutlar yoktu üstümüzde
ve
biz insanlar
doğanın
serpiştirdiği
kadar
saf
ve yalnızdık
oralarda
güneşin
batmasıyla yanardı
kendiliğinden
gece
lambalarımız.
Üstte
gök,
altta
yer
arasında
iki katmanın
biz
doğa
kadar saf
doğa
kadar temiz
doğa
kadar vahşi
doğa
kadar güzel
libaslarımız
kirlenmişse
doğanın
çamurundan
yüzlerimiz
yağızlaşmışsa
sarımsı
güneş ışınlarından
nasırlanmışsa
ellerimiz
toprak
anayı okşamaktan
kınamayın
bizleri
koparamadık
bağlarımızı
hala
çok
uzaklarda
elimizin
nasırı
bileğimizin
gücü
gözümüzün
nuru ile
geldiğimiz
çok uzaklarda hala
benliğimiz.
İnsana Dair
İnsanlık
yokoldukça
insan
zayıfladıkça
açıyor
ellerini insan
gökyüzüne
yeryüzüne
ve
kendi gibilere
darmadağın
direnç
darmadağın
güç
darmadağın
emek
darmadağın
çile
darmadğın
insanlık
şişeler,
şişelerde
iksili su
damarlarda
iksirli su
bitir
şu acılarımı
bir
bir daha
bir
bir bir daha
acılarım
direnmek
ama nasıl
yalnız
hep yenildim
yeniliyorum
beni
yalnız bırakmayın
acıların
sahipleri
çiziyorsam
nakış nakış
söylüyorsam türkü
türkü
yazıyorsam
dizi dizi
hep
senin için acılarım
hep
sizin için
acılarımız
toplanın, birleşin
omuzlayın
beni
dilenmeyi,
çalmayi
işşizliği,
tembelliği
ve
şeytan taşlamayı
bırakmalıyız
giden
insanlık geri gelmeli
bu
uğraş
bu
insana gerek.
Diyom
Gözlerimde
bir damla yaş
Aksın
diyom akmıyor ki
İçimde
bir buruk acı
Dinsin
diyom dinmiyor ki.
Gurbette
geçen günler
geçsin
diyom geçmiyor ki.
Bitsin
artık sıla
yolu
Diyom
ama bitmiyor ki.
Niye
geldik buralara
gidem
diyom olmuyor ki.
Çan
sesleri çalinmasin
Diyom
ama olmuyor ki.
Bulut Gibi
Ne
yapsam
ne
etsem bilemiyorum
bilemiyorum
ev
yaptım ocak kurdum
yıktılar
tezgah
açtım tepelediler
tepelediler
umutlarımı
yandı
içim
yandı
yürek
içtim
içtim
kandırmadı
en soğuk pınarlar
içimdeki
kin
birikti
bulut gibi
birikti
bulut gibi
birikti
bulut gibi
bulutlar
ağladılar
gökkuşakları
görünmediler !..
Yeni Dünyada
Beyinler
motor
beyinleri çalisti
makinalar
eller
kollar
da çalisti
yeni
bir dünyada
yeni
bir yaşam için.
Kayip
Bir
karış boyu var daha
bir
taze çiçek
taze
bir fidan
tarlası
yerli
tohumu
yerli
soruyorsun
birşeyler
kekeliyor
önce bir
ve
bilmiyorum
türkçesini diyor.
Geciken Adalet
Bu
böyle devam etmez
düzelmeli
düzeltmeli
yarınlar
bitmez
geciken
adalet
adaletsizlik
getirir.
Son Perde
Sevemedim
sevemedim
bir türlü
sahte
gülüşleri
öküz
altında buzağı
aradım hep
yoruldum
bundan
içimdeki
benle savaşmaktan
is
bağladı
yüreğim
ciğerlerim
damarlarım
aklanmak
istedim ya,
güneşin
son doğduğu
gün
olmadı…
bir
sahte gülüş yine
saplandı
yüreğime
orada
öylece
kalakaldı kaskatı.
Degisen Dünya
Değişti
herşey değişti
yemesi
içmesi inanların
giymesi
gezmesi insanların
zevkleri
sözleri insanların
değişti
davranışları
değişti
iklimi dünyanın
bu
değişen
değişiklikte
zor
benliği muhafaza
etmek zor.
Bir Insani Sevemedim
Tüm
yaşamımda
çok şeyi sevdim
yıldızları
sevdim
berraklığını
pırıltılarını
sevdim
kuşları
sevdim
cıvıltılarını,
uçuşlarını
sonsuz mavilikte
ormanları
sevdim
enginliklerini,
ululuklarını
sevdim
denizleri
sevdim
sonsuzluğunu
analığını
sevdim
toprağı
sevdim
yaratıcılığı
üreticiligini
sevdim
ağaçları
sevdim
hışırtılarını
yapraklarının
canlılığını
sevdim ağaçların
hayatta
çok şeyi sevdim
gülleri,
tüm
çiçekleri sevdim
kokladım
tüm alabildiğince
güneşi
güneşin
altın sarısı
ışınlarını
en
güzeli sıcaklığını
güneşin
yağan
karı
beyazlığını
kucaklayışını
toprağı
sevdim
ırmakları
bitmeyen
bir enerji
durmadan
akmalarını
sevdim
tüm
hayvanları sevdim
kuşun
ötüsünü
kuzunun
melemesi
aslanın
kükremesi
atın
kişnemesini sevdim
tüm
kitapları sevdim
elçisiydi
bilimin onlar
ak
kağıtta kara
satırlarıyla
kalemleri,
defterleri
sevdim
yolları
sevdim kavuşturan
zamanı
akışını
gidişini durmadan
ve
yaşamı
sevdim tümüyle
yaşam
içinde
ancak
bir insanı sevemedim
bir
onu sevemedim yaşam
içinde.
Gurbet
Ne
geldiğimi anladım
ne
yaşadığımı
tutkuların
doluştuğu
özlemlerin
öbeklestigi
gündüzüyle
gecesi aynı
olan
“gurbet”te,
yakın
hissettim hep
kendimi
sevdiklerime
ama
uzattıkça
ellerimi
baktıkça
boşluklara
tutamadım
göremedim
boşluktan başka
usuma
sordum
ayaklarıma,ellerime
sordum
ses
vermediler
iki
elim iki kulağımda
çocuklugumu
düşledim
yazdığım
mektuplara
okuduğum
kitaplara göz attım
şöyle
bir
kendime
baktım
çevreme
baktım
anladım
o zaman
ben
çevreye
çevre
bana yabancı
en
acısı
ben
bana yabancı
ve
işte
buydu “gurbet”.
Yargi Günü
Sen
ne ilk
nede
son olacaksın
hem
burada
hem
orada
ama
mutlaka bir gün
hesap
vereceksin.
Toplumunda
topluma
orada
inancına
çünkü
yargı
günü geldiğinde
herkesin
yaptıkları
ortaya çikacak
çikmalida…
İnançlar
kutsaldır ama
sevap
değildir
bunun
içindir ki
hem
burada
hem
orada
inançlarının
hesabını
vereceksin.
Düsman
Bu
kalem dost değil bana
dost
değil harfler
kelimeler
ne
zaman birşeyler
karalasam
insana,
insanlığa
dair
kafese
tıkıyorlar
kuş
kafesi değil
maymun
kafesi değil
düşünen
insanın
düşünen
insana
yaptığı
kafes bu.
Küfürü Yasak Saydilar
Kalpten
kalbe giden yolda
Kara
dikenin işi ne
Önümüzde
hep engeller
Küfredersen
günah derler.
Dünyaya
geldiğim anda
Başladılar
yasaklara
Kahrettikçe
ben feleğe
Küfürü
yasak saydılar.
Ah
dediler vah dediler
Ah
çektikçe mahvettiler
İsyan
edince kadere
Küfürü
yasak saydılar.
Cengiz